Türkiye, bu sessiz kuşatmanın farkına varıp gerekli önlemleri almazsa, gelecekte kendisini ekonomik kararları Pekin'in çıkarlarına göre şekillenen, finansal sistemi delik deşik edilmiş, teknolojik olarak bağımlı ve ulusal egemenliği kâğıt üzerinde kalmış bir ülke olarak bulma riskiyle karşı karşıyadır. Bu tehdidi görmezden gelmenin bedelini yalnız bugünkü kuşak değil, gelecek nesiller de ödeyecektir.

Kızıl Ejder Operasyonu: Türkiye'deki Derin Çin Casusluk Ağı
Ekonomik Savaş, Finansal Tuzaklar ve Sessiz Kuşatmanın Anatomisi
Yazar: Mir Kamil KAŞGARLI
BÖLÜM 1: MİMARİ VE MEKANİZMALAR – GÖLGE AĞIN DEŞİFRESİ
Giriş: Savaşın Değişen Doğası ve Türkiye'nin Stratejik İhmalkarlığı
Savaş, 21. yüzyılda kelime anlamını yeniden tanımlamaktadır. Artık sadece tankların palet seslerinden, füzelerin ölümcül vızıltılarından ya da sınırları ihlal eden üniformalı ordulardan ibaret değildir. Türkiye'nin ulusal güvenlik mimarisi, son yarım asırdır dikkatini ve kıt kaynaklarını bu somut, gözle görülür ve konvansiyonel tehditlere odaklamış bulunmaktadır. Sınır ötesinden sızan terör örgütleri, Ege ve Doğu Akdeniz'deki çetin jeopolitik güç mücadeleleri, bölgesel istikrarsızlıklar ve komşu ülkelerin konvansiyonel askeri kapasiteleri, Türk güvenlik bürokrasisinin ana meşguliyetini oluşturmuştur. Ancak devlet aklı, bu "gürültülü" ve görünen tehditlerle meşgulken, ülkenin ekonomik, sosyal ve akademik dokusunun en derin katmanlarına nüfuz eden, çok daha sinsi, sabırlı ve yapısal bir kuşatma stratejisi, neredeyse mutlak bir sessizlik içinde ve baş döndürücü bir hızla kök salmaktadır.
Bu "sessiz kuşatma"nın baş mimarı, Çin Halk Cumhuriyeti'dir ve kullandığı silahlar, Türkiye'nin alışık olduğu gibi tanklar, füzeler ya da üniformalı askerler değildir. Karşımızdaki tehdit, Çinli iki askeri stratejist Qiao Liang ve Wang Xiangsui tarafından 1999'da kaleme alınan ve modern savaşın doğasını yeniden tanımlayan "Sınırsız Savaş" (Unrestricted Warfare) doktrininin sahaya yansımış, 25 yıllık tecrübeyle olgunlaşmış ve teknolojik gelişmelerle korkunç bir güce erişmiş halidir.[¹] Bu doktrin, geleneksel savaş ve barış arasındaki keskin çizgiyi bulandırarak ortadan kaldırır ve modern yaşamın her alanını—ticaret, finans, hukuk, teknoloji, akademi, medya ve sosyal ilişkiler—potansiyel birer savaş sahası ve silah olarak tanımlamaktadır.
Bu hibrit savaş konseptinin nihai hedefi, bir toprak işgali veya fiziki bir fetih değildir; çok daha tehlikelisi, hedef ülkenin egemenliğini içten çökertmektir. Türkiye özelinde bu stratejinin somut amaçları, bir ülkenin sinir sistemini felç etmeye benzer: Türkiye'nin finansal denetim mekanizmalarını (MASAK, BDDK) işlevsiz ve itibarsız kılarak felç etmek, devasa vergi kayıpları yaratarak kamu maliyesini zayıflatmak, Türk şirketlerini yasa dışı işlemlere bulaştırarak onları birer şantaj "varlığına" dönüştürmek, Türkiye'deki akademik kurumlar üzerinde Pekin'in sansürünü ve anlatısını hakim kılmak ve nihayetinde Türkiye Cumhuriyeti'ni ekonomik olarak bağımlı, siyasi olarak kolayca yönlendirilebilir ve egemenliği sadece kâğıt üzerinde kalmış bir devlete indirgemektir.[²]
Bu analiz, adeta bir finansal kanser hücresi gibi yayılan bu çok katmanlı ağın mimarisini, Türkiye'nin kendi yasal boşluklarını bir silah gibi kendisine karşı kullanan karanlık "Takas" sistemini, kayıt dışı para ağlarının işleyişini ve bu sessiz savaşın Türkiye'nin egemenliği için oluşturduğu varoluşsal tehdidi tüm çıplaklığıyla ortaya koymayı amaçlamaktadır. Bu çalışma, geleneksel güvenlik paradigmalarının bu yeni tehdit karşısındaki acziyetini gözler önüne sererek, Türkiye'nin asimetrik tehditlere karşı yeni ve bütüncül bir savunma stratejisi geliştirmesinin ertelenemez aciliyetini vurgulamaktadır.
Çin'in küresel nüfuz operasyonlarının en 'yumuşak' görünümlü, ancak en zehirli ve uzun vadeli kollarından biri, bilginin ve geleceğin üretildiği kutsal mekanlar olan üniversiteler ve akademik kurumlar üzerinden yürütülmektedir. "Kültürel tanıtım" ve dil eğitimi gibi masumane ve hatta faydalı görünen bir maske altında faaliyet gösteren Konfüçyüs Enstitüleri, bu stratejinin öncü karakolları, entelektüel köprübaşları ve gerçek anlamda dijital çağın "Truva Atları"dır.
Uluslararası deneyimler, bu endişelerin bir komplo teorisi değil, somut bir gerçeklik olduğunu ortaya koymaktadır. Amerika Birleşik Devletleri'nden İsveç'e, Almanya'dan Avustralya'ya kadar birçok gelişmiş ülke, bu enstitülerin akademik özgürlüğe doğrudan müdahale ettiğini, Pekin'in siyasi propagandasını (Tibet'in işgali, Tayvan'ın statüsü ve özellikle Doğu Türkistan'daki soykırım politikaları hakkında) üniversite kampüslerinde yaydığını, şeffaflıktan tamamen uzak bir finansal ve idari yapıya sahip olduğunu ve en tehlikelisi, casusluk faaliyetleri için verimli bir zemin ve yasal bir paravan olarak kullanıldığını somut kanıtlarla tespit ederek bu kurumları bir bir kapatmaktadır.[³]
Ancak bu yapıların işleyişi, basit propaganda faaliyetleriyle sınırlı kalmamaktadır. Asıl tehlike, çok daha derin ve sofistike katmanlarda, gözlerden uzak bir şekilde yatmaktadır. Bilimsel liyakatten çok Çin Komünist Partisi'ne (ÇKP) olan sadakatleri sayesinde 'profesör' gibi akademik unvanlar alan belirli kişiler, Türkiye gibi stratejik öneme sahip ülkelere gönderilerek çok katmanlı ve uzun vadeli görevler icra etmektedirler. Bu kişilerin gerçek görevi, sadece akademik çalışmalar yürütmek değil, aynı zamanda:
Bu durum, yalnızca akademik bağımsızlığın ağır bir ihlali değil, aynı zamanda Türkiye'nin gelecekteki teknolojik rekabet gücünü ve milli güvenliğini doğrudan hedef alan, son derece iyi planlanmış, sabırlı ve organize edilmiş bir fikri mülkiyet yağmasıdır. Bu operasyonların ekonomik boyutu, yalnızca çalınan teknolojinin değeriyle sınırlı değildir; asıl yıkıcı etki, Türkiye'nin gelecekteki inovasyon kapasitesini ve teknolojik bağımsızlığını temelden dinamitlemesidir.
Her büyük jeostratejik operasyonun bir başlangıç noktasına, bir kaldıraç mekanizmasına ve verimli bir toprağa ihtiyacı vardır. Çin'in Türkiye'ye yönelik finansal ve istihbarat operasyonlarının başlangıç noktası ve en verimli zemini, iki ülke arasındaki devasa, kronikleşmiş ve yapısal dış ticaret açığıdır. Bu açık, basit bir ekonomik veri veya piyasa dinamiklerinin doğal bir sonucu değil, Pekin tarafından bilinçli olarak yönetilen, sürdürülen ve stratejik olarak kullanılan asimetrik bir silahtır.
Çin, dünyada 120'den fazla ülkeyle ticaret fazlası verirken, bu durumu kendi küresel hegemonya stratejisinin temel taşı olarak kullanmaktadır. Türkiye'nin Çin'e sattığından katbekat fazlasını ithal etmek zorunda kalması, her Türk ithalatçıyı daha en başından, müzakere masasında doğal olarak zayıf ve pazarlık gücü düşük bir konuma sokmaktadır. Bu yapısal güç dengesizliği, Çin'in ticari ilişkileri, Avustralya ve Litvanya vakalarında açıkça görüldüğü gibi, diğer ülkeler üzerinde politik baskı kurmak ve onları cezalandırmak için bir şantaj aracı olarak kullanma stratejisinin organik bir parçasıdır.[⁴]
Bu asimetrik ilişki, Çinli devlet ve özel sektör aktörlerinin masum ticari faaliyetler kisvesi altında, aslında Türk ekonomisi ve şirketleri üzerinde gizli ve yıkıcı operasyonlar icra etmesi için mükemmel bir paravan görevi görmektedir. Bu durum, "ekonomik savaş" kavramının klasik tanımından çok daha ilerisini temsil etmektedir: Bu, bir ülkenin kendi ekonomik gücünü, rakip ülkenin ekonomik yapısını içten çökertmek ve siyasi egemenliğini aşındırmak için sistematik, planlı ve acımasızca kullanmasıdır.
Çin'in Türkiye'deki finansal operasyonunun en kritik ve başlangıç aşaması, rekabet baskısı altında ezilen Türk ithalatçı şirketlerinin, reddedilmesi psikolojik ve ekonomik olarak son derece zor bir finansal "Faustian pazarlığa" (şeytanla yapılan pazarlık) sistematik olarak zorlanmasıdır. Bu süreç, tesadüfi bir gelişme veya münferit bir olay değil, önceden tasarlanmış, hedefleri belirlenmiş ve titizlikle uygulanan bir "honeytrap" (bal tuzağı) operasyonudur.
Çinli tedarikçiler —ister devlete ait dev şirketler ister özel firmalar olsun— son derece planlı ve sistematik bir biçimde, mal bedelinin %50'sini aşan, hatta bazen %70-80'lere varan bir kısmının, tüm resmi bankacılık kanalları (SWIFT vb.) ve gümrük beyanları tamamen bypass edilerek, elden ve nakit döviz (genellikle dolar veya euro) olarak ödenmesini talep etmektedirler.
Bu yasa dışı ve son derece riskli talebi, kâr marjını artırma ve rakiplerinin önüne geçme baskısı altındaki Türk şirketi için "karşı konulmaz" kılmak adına bir dizi sofistike "yem" stratejik olarak sunulmaktadır:
Bu teklifi kabul eden bir Türk şirketi, kısa vadeli bir kâr elde ettiğini ve rekabet avantajı kazandığını zannederken, aslında geri dönüşü olmayan bir yola girmiş, kendi "şantaj dosyasını" (kompromat) kendi elleriyle Çin istihbarat ağına teslim etmiş olmaktadır. O andan itibaren şirket, T.C. kanunları nezdinde "5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 359. maddesi (Vergi Kaçakçılığı)", "5549 sayılı Suç Gelirlerinin Aklanmasının Önlenmesi Hakkında Kanun" ve "4458 sayılı Gümrük Kanunu'nun kaçakçılık suçları" gibi çok ağır cezai yaptırımları bulunan suçların faili konumuna düşmektedir.
Bu yasa dışı işlem (elden teslim edilen yüz binlerce, hatta milyonlarca dolar), Çin istihbarat ağı tarafından gelecekte kullanılmak üzere bir şantaj kozu olarak titizlikle kaydedilmekte, fotoğraflanmakta ve belgelenmektedir. Türk şirketi, artık sadece bir müşteri değil, potansiyel bir suç ortağı ve Çin'in Türkiye'deki nüfuz operasyonları ağının organik bir parçası haline getirilmiş bir "hedef" olmaktadır.
Çin'in finansal operasyon ağının dehası ve sofistike yanı, Türkiye'nin kendi yasal denetimlerini ve sermaye kontrollerini bir silah olarak kendisine karşı kullanmasında yatmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti, sermaye kontrolü ve kara paranın aklanmasının önlenmesi amacıyla yurt dışına yüklü miktarda nakit transferini sıkı denetimlere tabi tutmaktadır. İşte bu "engel", Çin için bir fırsata dönüşmekte ve "Takas" adı verilen, tamamen gayri resmi, merkeziyetsiz, güvene dayalı ancak son derece organize bir gölge bankacılık sistemi devreye girmektedir.
Bu mekanizma, özünde küresel finans otoritelerinin "Ticarete Dayalı Kara Para Aklama" (Trade-Based Money Laundering – TBML) olarak tanımladığı sistemin, devlet destekli ve istihbarat güdümlü en sofistike versiyonlarından biridir.[⁵] [⁶] Bu sistem, paranın fiziki olarak ülke sınırı geçmeden uluslararası bir transferin gerçekleşmesini sağlamakta ve Çin'in Türkiye'deki devasa nakit havuzunu besleyen ana arter işlevi görmektedir. Türkiye'de Mali Suçları Araştırma Kurulu (MASAK) da yayınladığı tipoloji raporlarında bu tür karmaşık yöntemlere ve özellikle "alternatif havale sistemleri" başlığı altında benzer mekanizmalara sıklıkla dikkat çekmektedir.[⁷] Uluslararası araştırmacı gazetecilik ağları da bu tür yasa dışı küresel finansal akışları defalarca belgelemiş ve dünya kamuoyunun dikkatine sunmuştur.[⁸] [⁹]
Sistemin işleyişini daha net anlamak için, gerçek hayatta sıkça karşılaşılan tipik bir vaka üzerinden detaylı bir analiz yapalım:
Sonuç ve Stratejik Çıkarımlar: Bu sofistike sistem sayesinde, tek bir kuruş bile Türkiye sınırını resmi olarak terk etmeden, herhangi bir bankacılık kaydına (SWIFT) girmeden, gümrük beyanında yer almadan, 800.000 dolarlık uluslararası ticaret işlemi tamamlanmış olmaktadır. Türkiye'deki aracının Çin'deki ağa olan borcu ise daha sonraki işlemlerle (başka ithalatçıların parasıyla, mal gönderimiyle veya farklı finansal operasyonlarla) zincirleme bir şekilde mahsuplaşılmaktadır. Bu sistem, Çin'in Türkiye içinde yürüttüğü istihbarat operasyonları, muhbir ödemeleri, rüşvet ve lobi faaliyetleri, teknoloji transferi, akademik casusluk ve siyasi manipülasyon için ihtiyaç duyduğu milyonlarca dolarlık kayıt dışı, takip edilemez ve "sterilize" edilmiş fon havuzu yaratmasını sağlamaktadır.
Okumadan Geçme Çin esaretindeki Uygur akademisyen İlham Tohti'nin annesinin vefat ettiği öğrenildi
"Takas" sistemiyle İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyük merkezlerde toplanan bu devasa nakit fon havuzunun, Türkiye'nin her köşesindeki operasyonel ihtiyaçlar için etkin bir şekilde dağıtılması kritik bir gerekliliktir. Bu dağıtım, geleneksel bankacılık sistemini tamamen bypass eden, kadim "Hawala" sisteminin devlet destekli ve istihbarat güdümlü ultra-modern bir versiyonuyla gerçekleştirilmektedir.[¹⁰]
Türkiye'nin İstanbul, Ankara, İzmir, Mersin, Kayseri, Antalya gibi stratejik şehirlerine sistematik olarak yayılmış, ilk bakışta "zararsız" görünen ancak gerçekte bu finansal ağın temel düğüm noktalarını (nodlarını) ve kılcal damarlarını oluşturan aktörler bulunmaktadır:
Bu ağın işleyişi, paranın şehirlerarası fiziki transfer riskini ve maliyetini tamamen ortadan kaldıran sofistike bir sistemle gerçekleşmektedir:
Sistemin bir diğer kritik ve sofistike ayağını, Çin menşeli hava yolu şirketlerinde çalışan ve uluslararası seyahat olanakları bulunan kabin memurları, pilotlar ve diğer havacılık çalışanları ve hatta Çinli turistler oluşturmaktadır. Bu kişiler, sık seyahatleri ve mesleki statüleri nedeniyle mükemmel birer "kurye" haline gelmektedir. Görevleri sadece nakit taşımak değil, aynı zamanda operasyonlar için gereken hassas elektronik cihazları, çift kullanımlı teknoloji ürünlerini, şifreli haberleşme cihazlarını veya fiziki istihbarat malzemelerini güvenli şekilde nakletmektir.
Birinci bölümde mimarisi ve işleyişi deşifre edilen bu karmaşık finansal ve istihbarı ağın arkasında, Türkiye'yi hedef alan soğukkanlı, uzun vadeli ve çok yönlü bir strateji yatmaktadır. Bu stratejinin hedefleri, yalnızca finansal kazanç sağlamak değil, Türkiye'nin ulusal gücünün temel dinamiklerini ve egemenlik sütunlarını sistematik olarak aşındırmaktır.
1. Operasyonel Özerklik ve Takip Edilemezlik: Türkiye içindeki casusluk faaliyetlerinin (kritik altyapı tesisleri yakınında yapılan keşifler, muhbir ödemeleri, siyasi lobi faaliyetleri, sahte baz istasyonları kurulumu) tamamı, bu takip edilemez kara parayla finanse edilir. Bu durum, Milli İstihbarat Teşkilâtı (MİT), Emniyet İstihbarat ve MASAK gibi kurumların geleneksel yöntemlerle finansal ayak izlerini takip ederek operasyonları deşifre etmesini neredeyse imkânsız hale getirir. Çin, Türkiye topraklarında kendi istihbarat operasyonlarını, Türk güvenlik birimlerinin radarının tamamen altında, kendi yarattığı otonom finansal ekosistemle yürütme özerkliği kazanır. ABD Adalet Bakanlığı gibi kurumların, Çinli devlet destekli aktörlerin bu tür küresel kara para aklama ağlarını nasıl kullandıklarına dair yürüttüğü soruşturmalar, bu tehdidin ne kadar gerçek ve organize olduğunu ortaya koymaktadır.[¹¹]
2. Ekonomik Şantaj ve Nüfuz Devşirme: Yasa dışı nakit işlemine bir kez bulaşan Türk şirketi, Çin istihbarat ağı için bir "kancaya takılmış balık" haline gelir. Bu ilk usulsüzlükten oluşan şantaj dosyası, Çin'in uzun vadeli stratejik hedefleri için bir yatırım olarak saklanır. İlerleyen zamanlarda bu şirketten ve sahibinden çok daha fazlası istenebilir:
3. Sistematik Ekonomik Zayıflatma ve Mali Egemenliğin Aşındırılması: "Takas" sistemi, doğrudan Türkiye Cumhuriyeti'nin ekonomik yapısını ve mali egemenliğini baltalar.
4. Çin'in kayıt dışı finansal gücü yalnızca ekonomik çıkar sağlamak veya istihbarat operasyonlarını fonlamak için değil, aynı zamanda en hassas ve kırılgan meselelerden biri olan Uygur diasporasını kontrol altına almak için de acımasızca kullanılmaktadır. Özellikle Türkiye gibi Uygur nüfusunun yoğun olduğu ülkelerde bu strateji, Çin'in ulus aşırı baskı mekanizmalarının temel ayağını oluşturur .
Okumadan Geçme Çin, "tehlikeli manevra"yla ilgili Washington'ı suçladı
Karşımızdaki tablo, münferit birkaç vergi kaçakçılığı vakası, basit bir casusluk faaliyeti veya kontrolsüz bir mafya operasyonu değildir. Bu, devlet aklıyla planlanmış, ekonomik, finansal, sosyal ve teknolojik boyutları olan; Türkiye'nin ulusal güvenliğini, ekonomik egemenliğini ve sosyal bütünlüğünü kökünden sarsmayı hedefleyen kapsamlı ve sessiz bir hibrit savaş ilanıdır.
Bu çok katmanlı ve sinsi tehditle mücadele, yalnızca klasik güvenlik tedbirleriyle mümkün değildir. Türkiye'nin acilen bu tehdidi en üst düzeyde bir ulusal güvenlik sorunu olarak tanımlaması ve topyekûn bir seferberlik ruhuyla karşılık vermesi gerekmektedir:
Türkiye, bu sessiz kuşatmanın farkına varıp gerekli önlemleri almazsa, gelecekte kendisini ekonomik kararları Pekin'in çıkarlarına göre şekillenen, finansal sistemi delik deşik edilmiş, teknolojik olarak bağımlı ve ulusal egemenliği kâğıt üzerinde kalmış bir ülke olarak bulma riskiyle karşı karşıyadır. Bu tehdidi görmezden gelmenin bedelini yalnız bugünkü kuşak değil, gelecek nesiller de ödeyecektir.
Dipnotlar
[¹] Qiao, Liang ve Wang, Xiangsui (1999). Unrestricted Warfare: China's Master Plan to Destroy America. Çinli iki albay tarafından yazılan ve Çin'in modern savaş doktrinini şekillendiren bu temel eser, askeri olmayan araçların (ekonomi, finans, hukuk, ağlar) birer savaş silahı olarak nasıl kullanılacağını teorize eder.
[²] Doshi, Rush (2021). The Long Game: China's Grand Strategy to Displace American Order. Çin'in ABD liderliğindeki küresel düzeni yıkmak ve yerine kendi düzenini kurmak için izlediği uzun vadeli ve çok katmanlı stratejiyi detaylıca analiz eder. Ekonomik araçların bu stratejideki merkezi rolünü ortaya koyar.
[³] Spalding, Robert (2019). Stealth War: How China Took Over While America's Elite Slept. Emekli bir ABD'li tuğgeneralin kaleminden, Çin'in ekonomik, teknolojik, akademik ve finansal araçları kullanarak Batı demokrasilerine nasıl sızdığını ve içeriden zafiyetler yarattığını anlatan bir çalışma. Konfüçyüs Enstitüleri'nin bu stratejideki rolü de incelenmektedir.
[⁴] Center for a New American Security (CNAS). Rapor: "China's Use of Economic Coercion". Bu ve benzeri raporlar, Çin'in ticari ilişkileri ve ekonomik bağımlılıkları, diğer ülkeler üzerinde (örneğin Avustralya ve Litvanya vakaları) politik baskı kurmak için nasıl bir şantaj ve cezalandırma aracı olarak kullandığını somut vaka analizleriyle inceler.
[⁵] Royal United Services Institute (RUSI). Rapor: "Trade-Based Money Laundering: A Global Threat". Londra merkezli bu saygın düşünce kuruluşu, makaledeki "Takas" sisteminin teorik altyapısı olan "Ticarete Dayalı Kara Para Aklama" (TBML) mekanizmalarını ve bunların küresel güvenlik için oluşturduğu tehditleri detaylıca inceleyen çok sayıda rapor yayınlamıştır.
[⁶] Financial Action Task Force (FATF). Rapor: "Guidance on Trade-Based Money Laundering". Kara para aklamayla mücadelede küresel standartları belirleyen FATF'nin (Mali Eylem Görev Gücü) bu ve benzeri rehber dokümanları, makalede anlatılan sahte faturalandırma ve gayriresmi değer transferi yöntemlerinin uluslararası güvenlik kurumları tarafından nasıl tanımlandığını gösteren en yetkin kaynaklardır.
[⁷] T.C. Hazine ve Maliye Bakanlığı, Mali Suçları Araştırma Kurulu (MASAK). Yıllık Raporları ve Tipoloji Çalışmaları. MASAK'ın yayınladığı raporlar ve özellikle "Ticarete Dayalı Kara Para Aklama" (TDYKA) üzerine olan tipoloji çalışmaları, makaledeki iddiaların Türkiye özelindeki yansımaları ve resmi kurumlar tarafından tespiti için temel bir referanstır.
[⁸] Organized Crime and Corruption Reporting Project (OCCRP). Araştırmaları. OCCRP, Çin menşeli yasa dışı finansal akışların, bunların yerel suç örgütleriyle olan bağlantılarının ve küresel ölçekteki operasyonlarının izini süren çok sayıda uluslararası araştırmacı gazetecilik dosyası yayınlamıştır.
[⁹] Reuters Investigates. "The China Money Trail" serisi. Reuters ve benzeri büyük haber ajansları, Çin'den çıkan ve küresel finans sistemini baypas eden milyarlarca dolarlık kayıtdışı paranın izini süren, somut vaka ve tanıklıklara dayalı derinlemesine dosyalar hazırlamıştır.
[¹⁰] Journal of Money Laundering Control. "The Hawala System: A Gateway for Illicit Financial Flows". Bu ve benzeri hakemli akademik dergilerde, Hawala gibi güvene dayalı gayriresmi değer transfer sistemlerinin (Informal Value Transfer Systems – IVTS) yapısı, işleyişi ve yasa dışı aktörler tarafından nasıl kullanıldığına dair sayısız makale bulunmaktadır.
[¹¹] U.S. Department of Justice (DOJ) & Department of the Treasury (OFAC). Basın Açıklamaları ve İddianameleri. ABD Adalet ve Hazine Bakanlıkları, Çinli devlet destekli aktörlerin ve onlarla bağlantılı suç örgütlerinin küresel kara para aklama, yaptırımları delme ve istihbarat operasyonlarına yönelik yürüttüğü soruşturma ve iddianameler, makalede anlatılan ağların gerçek dünyadaki somut örneklerini ve hukuki karşılıklarını teşkil eder.
[¹²] Wilson Center / Kennan Institute. Rapor: "China's Transnational Repression of Uyghurs". Bu ve benzeri insan hakları ve düşünce kuruluşu raporları, Çin devletinin, ülke dışındaki Uygur diasporasını kontrol etmek, sindirmek ve içlerine sızmak için kullandığı yöntemleri (ailelere şantaj, finansal baskı, WeChat üzerinden tehdit, muhbir ağları vb.) detaylı olarak belgeler.