Tarih: 08.12.2023 08:47

Kendinden büyük bir doğal afet

Facebook Twitter Linked-in

Bu sadece bir şans ve kader meselesi değil, çünkü bulunduğumuz topraklar aktif bir deprem bölgesi değil. Yani burası Japonya, Nepal, Peru ya da Türkiye değil.

Sismik açıdan aktif olmayan bir bölgenin ne zaman aktifleşeceğini ve yıkıcı bir depremin merkez üssü haline geleceğini bilmek imkansızdır.

Depremin en kötü yanı hissedilememesi ve tahmin edilememesidir.

Bazı hayvanların depremi hissettiği ve deprem öncesinde kaygılı davrandığı yönündeki yaygın inanış tamamen temelsizdir ve insanların uydurmasıdır.

Bilim bu kadar gelişti ama depremi en az 3-5 dakika önceden tahmin edebilecek bir cihaz, ekipman yok.

Sadece sismologlar aktif sismik bölgeleri inceliyor ve bu bölgelerde periyodik olarak depremlerin meydana geldiğini biliyorlar.

Bu, Amerika Birleşik Devletleri'nin güney eyaletlerinde, Atlantik ve Pasifik okyanusları arasında yaz aylarında kasırga beklenmesine benzer. Bangladeş'teki muson yağmurlarını ve Arabistan çöllerinde esecek muson rüzgarlarını da aynı başarıyla öngörmek mümkün.

Yani depremden kaçınmak mümkün değil ama onunla mücadele etmek ve birlikte huzur içinde yaşamak mümkün. Japonlar bu sorunu çözmüşler, böylece sürekli depremlerin yaşandığı bu ülke her depremden minimum kayıpla çıkıyor.

Bu yılın başında Türkiye'nin güneydoğu illerinde meydana gelen, onbinlerce insanın ölümüne ve büyük şehirlerin tamamen yok olmasına neden olan yıkıcı deprem, kardeş ülkenin inşaatçılarının muadillerinden öğrenecekleri çok şey olduğunu gösterdi. gelişmekte olan ülkede.

Son 23 yılda başkentte ve depremin merkez üssüne yakın yerlerde depremler yaşasak da, herhangi bir yıkım ve can kaybının olmaması bizi bir nebze olsun rahatlatıyor.

Aslında yaşadığımız depremler o kadar güçlü, yüksek skorlu depremler değildi ama her halükarda bazı ülkelerde bu tür depremlerde büyük yıkımlar yaşanıyor.

Ama her seferinde bu tür etkinliklerde gereğinden 3, hatta 5 kat daha fazla heyecanlanıyoruz. Örneğin, 30-40 saniye süren deprem ve sarsıntılar durduktan dakikalar sonra, çok katlı bir binanın en üst katından merdiven veya asansörle avluya düşerek, oraya buraya koşarak, akraba ve arkadaşlarına çılgınca "yıkım, ölüm" diye seslenerek, - "Neden köpeğim olmadı?" diye sormak yersiz ve saçmadır.

Şunu anlamak gerekir ki, eğer yaşadığınız binanın tırnak büyüklüğündeki sıvası düşmemişse, bir insanın parmağı dahi çizilmemişse şehrin diğer yerlerinde de durum aynıdır.

En iyisi, eğer dürtüler durmuşsa ve avize artık sallanmıyorsa, her şey bitmiş demektir ve tekrar duygusal kargaşaya düşmek ve bunu başkalarına yaymak, genel bir panikten başka bir şey değildir. Ancak gerçek şu ki, bu doğal afetin korkusu kendisinden çok daha büyüktür (aslında tüm doğal afetler korkunçtur).

Deneyimler, bu tür aşırı anlarda kontrolü sürdürmenin daha iyi kararlar almaya yardımcı olduğunu göstermektedir. Ya da 2000 yılının Kasım ayında meydana gelen depremde, bazı kişiler paniğe kapılarak kendilerini 2. ve 3. katlardan atmış, uzuvlarını kırmışlardı. O depremde tek mağdur onlar oldu. Aslında bu insanlar depremin kurbanı değil, kendi kaygılarının ve öz kontrollerini kaybetmelerinin kurbanı olmuşlardı.

Modern depremlerin trajik olmasının temel nedeni inşaat sektörüdür. Geçmişte çok sayıda ölümcül ve yıkıcı depremin yaşandığı doğrudur ancak bunun nedeni binaların kalitesiz olmasıdır. Antik çağda inşa edilen görkemli saraylar ve büyük mimari eserler, güvenilir, kaliteli ve sağlam bir temel üzerine inşa edildikleri için binlerce yıl süren depremlerden kurtulup günümüze kadar ulaşabilmişlerdir.

Bu doğal afetten kendimizi korumanın tek yolu bu: Başımızın üstündeki tavan güvenilir olmalı, yaslandığımız duvar sağlam olmalı. Başka bir formül yok.

Halid KAZIMLI




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —