Tarih: 22.12.2025 11:58

Günlük teknolojiler siyonist rejimin silahına nasıl dönüşüyor?

Facebook Twitter Linked-in

İran ile siyonist rejim arasında yaşanan ve "12 gün savaşı" olarak anılan son çatışma, sadece askeri dengeleri değil, modern savaşın araçlarını da yeniden gündeme taşıdı.

Çatışmanın ilk saatlerinde Tahran'a düzenlenen hassas hava saldırılarıyla İran Devrim Muhafızları ve ordu içindeki üst düzey isimler hedef alındı. Devrim Muhafızları Komutanı Hüseyin Selami ve Genelkurmay Başkanı Muhammed Bakıri'nin de aralarında bulunduğu çok sayıda üst düzey askerin ve nükleer bilim insanının şehit edilmesi, İran askeri yapısında ciddi bir komuta boşluğu oluşturdu.

Mesajlaşma uygulamaları, akıllı telefonlar ve navigasyon sistemleri

Bu durum, savaşın ilk iki gününde Tahran'ın karar alma mekanizmalarını yavaşlattı ve birçok analize göre İran'ın inisiyatifi kaybetmesine yol açtı. Ancak dikkat çeken asıl unsur, saldırının askeri boyutundan çok, siyonist rejimin bu hedefleri nasıl bu denli isabetli biçimde tespit edebildiğiydi.

Klasik askeri istihbarat yöntemlerinin ötesine geçen Tel Aviv yönetimi, aslında "sivil" olarak bilinen teknolojileri savaşın merkezine yerleştirdi.

Mesajlaşma uygulamaları, akıllı telefonlar ve navigasyon sistemleri bu sürecin en kritik araçları oldu. İran kaynaklarına göre, ülkedeki bazı suikastlarda cep telefonu takibi kullanıldı. Kendilerini "uçtan uca şifreli" ve güvenli olarak pazarlayan platformlar üzerinden yapılan iletişimlerin, meta veriler yoluyla istihbarat servislerine geniş bir harita sunduğu belirtildi.

Savaşın bir diğer cephesi GPS sistemleri

Şifreleme mesaj içeriklerini gizlese de gönderici ve alıcının kimliği, konumu, zaman bilgisi ve mesaj yoğunluğu gibi veriler açıkta kalıyor. Bu veriler, siyonist rejimin istihbarat servisleri açısından kişilerin hareketlerini ve ilişkilerini adım adım izlemeye imkân tanıyor. Üstelik Pegasus gibi gelişmiş casus yazılımlarla doğrudan telefonlara sızıldığında, akıllı telefon bir anda sahibinin tüm sırlarını ifşa eden bir cihaza dönüşüyor.

Savaşın bir diğer cephesinde ise GPS sistemleri yer aldı. Karıştırma ve yanıltma teknikleri sayesinde bazı İran füzelerinin hedefinden saptığı, buna karşılık yine de yüksek yıkım gücüne sahip bazı füzelerin işgal altındaki bölgelere ulaştığı görüldü. Bu tablo, teknolojik savaşın mutlak bir üstünlük sağlamadığını, ancak sivil altyapıyı da ciddi biçimde etkilediğini ortaya koydu.

Modern savaşın deneme sahası Filistin toprakları

Nitekim bu etkinin bedeli sadece askeri alanda ödenmedi. 15 Haziran'da Hürmüz Boğazı yakınlarında "Front Eagle" adlı petrol tankeri, çelişkili konum sinyalleri nedeniyle başka bir tankerle çarpıştı ve alev aldı. Aynı dönemde yüzlerce gemi ve uçak, konum verilerinde benzer bozulmalar yaşadığını bildirdi.

Bu tablo, siyonist rejimin uzun yıllardır inşa ettiği güvenlik felsefesinin bir yansıması. Askeri ve sivil alanlar arasındaki sınırların bilinçli şekilde eritildiği bu anlayışta, günlük hayatta kullanılan araçlar modern savaşın parçası haline getiriliyor. Bu yaklaşımın ilk deneme sahası ise İran değil, yıllardır Filistin toprakları oldu.

Yüz tanıma ve video analiz yazılımları

Batı Şeria, Kudüs ve Gazze'de işgalciler; gelişmiş gözetim sistemlerini, yüz tanıma algoritmalarını ve insansız hava araçlarını adım adım hayata geçirdi. Filistinliler üzerinde test edilen bu sistemler, daha sonra "kanıtlanmış" teknolojiler olarak küresel pazara sunuldu.

Bu noktada "çift kullanımlı teknoloji" kavramı öne çıkıyor. İletişim sistemlerinden yüz tanıma yazılımlarına, dronlardan navigasyon altyapılarına kadar pek çok araç hem sivil hem askeri amaçlarla kullanılabiliyor. Uluslararası alanda bu ticareti denetlemeyi amaçlayan "Wassenaar Anlaşması" bulunsa da siyonist rejim bu anlaşmaya taraf değil. Bunun yerine, büyük boşluklar barındıran ulusal bir denetim mekanizmasına dayanıyor.

Sonuçta yüz tanıma ve video analiz yazılımları "sivil" kabul edilerek ihraç ediliyor. Filistinlilerin kontrol altında tutulmasında kullanılan yazılımlar, Batı'daki şehirlerde trafik yönetimi veya kamu güvenliği çözümü olarak yeniden markalanıyor. Bu durum, "amaç yıkama" olarak tanımlanıyor: Baskı araçlarının masum teknolojiler gibi sunulması.

Dünyaya pazarlanan video analiz sistemleri

Bunun çarpıcı örneklerinden biri, Kudüs'te Filistinlilere karşı kullanılan ve daha sonra "akıllı şehir" konseptiyle dünyaya pazarlanan video analiz sistemleri oldu. Aynı teknoloji, işgal altındaki mahallelerde anlık takip için kullanılırken, Batı'da "suçla mücadele" veya "kalabalık yönetimi" başlığı altında sunuluyor.

Benzer şekilde, yüz tanıma temelli "Mavi Kurt" ve "Kırmızı Kurt" sistemleri, Filistinlileri devasa bir biyometrik veri tabanına dönüştürdü. İşgalcilerin askerleri, Filistinlilerin fotoğraflarını çekerek anında sistemden "geçebilir", "durdurulmalı" ya da "tutuklanmalı" uyarısı alıyor. Bu uygulamalar, fiili duvar ve kontrol noktalarına ek olarak dijital bir hapishane oluşturuyor.

Teknolojilerin genetik kodu: İşgal, kontrol ve baskı

Tüm bu sistemler, uluslararası hukukta açıkça yasaklanmış silahlar olarak tanımlanmadığı için rahatlıkla ihraç ediliyor. İnsan hakları örgütleri, bu teknolojilerin başka ülkelerde muhaliflere karşı kullanılabileceği uyarısında bulunuyor.

Siyonist rejim ve ona bağlı şirketler, bu teknolojileri pazarlarken süslü bir dil kullanıyor. "Kalabalık kontrolü", "akıllı güvenlik", "kamu sağlığı" gibi kavramlarla, baskı araçları yeniden adlandırılıyor. Oysa isimler değişse de öz değişmiyor. Gözetim için doğan bir sistem, nerede kullanılırsa kullanılsın gözetim refleksiyle çalışıyor.

Sonuç olarak, Filistin topraklarında geliştirilen ve test edilen bu dijital kontrol araçları, bugün dünyanın dört bir yanında "yenilikçi çözüm" olarak sunuluyor. Ancak bu teknolojilerin genetik kodu değişmiyor: İşgal, kontrol ve baskı. Ve bu gerçek, parlak pazarlama söylemlerinin ardında gizlenmeye çalışılsa da her geçen gün daha görünür hale geliyor. (İLKHA)




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —