Beyaz çile...!
Hasret kalınmış bir dost misali sarmak gerekiyor bağrımıza ama çilesi bize daha fazla dokunduğundan olsa gerek, sıcak bakamıyoruz; hoş geldin dost diyemiyoruz bir türlü…
Sıcak günlerin sona erişi ve çok uzun bir çile yumağı olan beyaz gecelere merhaba dedik sonunda.
Kimine göre bereket, kimisine göre de gerçek bir dert.
Ne garip değil mi?
Birileri avuçlarını ovalarken kar yağışıyla, kimileri de umutsuz bir çaresizlik içerisinde gökyüzüne başını kaldırarak hüzünlü bir bakış yollar arşın sahibine.
Hem de ayaz kokan cinsinden.
globalbakis.com/köşeyazıları (fotoğraf / Nihat Kılıçoğlu)
Sayısına ne güzel alışmıştık aslında; yedi bağa, bir dağa diye de kendimizi avutur dururduk. Bu sefer o da ezber bozdu, artık hep yalanları ifade eden sayılara itibar etmiyor mu ne!
Kimin umurunda ki artık bağın veya dağın yedisi, biri…
Oysaki her yağışında bizden hep bir şeyler koparıp götürdü bu beyaz.
Uzattığı her gün çile yumağının katmerleşmesi demekti.
Erzurum'da beyazın adı çiledir oğul!
Yokluğun acımasız pençeleriyle kavrulurken bedenin, sanki de acısını ellerinden ve hatta ayak parmaklarından çıkarırcasına vurdumduymaz davranır kış sana.
Beyaz olduğuna bakma sen, aslında karakış diye tabir edilen, kapkara bir yazgısı vardır.
Beyaz olduğuna bakma sen, acımasızdır. Hiç ama hiç umurunda da olmaz senin yokluğunun…
Üstelik her şey değişse de, çok uzun süren beyaz gecelerinin sıcak günlerle inatlaşıp aylar süren yalnızlığı değişmez bir türlü.
Sabahı olmayan şafak bekçiliği düşer köhne yalnızlığına, aldığın her nefeste ayaz başka bir çöker ciğerlerine. Parmak uçlarının acıdan yoğrulan sessiz feryatları kulakları sağır edercesine haykırır da işte o an nefesin bile ayaz kokar ve öyle bir işlenir ki bedeninde Ağustos sıcağında bile çıkmaz bir türlü…
Oysaki,
Sobası olup bacası tüten ocakların "godi de beşe" eğlenceleri vardı bir zamanlar, geride bir tek yalan olup ta hayali kalan.
Değil mi ki ateşi olanın derdi olmazdı eskiden.
Yuvası sıcak olanın yüreği de sıcak kalırdı hep. İnsanlığı gibi komşuluğu gibi dostluğu gibi…
Şimdilerde adı doğal olan ama sırf birileri daha fazla kazanacak diye doğallığını kaybetmiş olan ve bir türlü o doğallığına alışamadığımız gaz bile o sıcaklığı veremez olmuş, hem de aldığı fiyatı hiç mi hiç hak etmeden. Yapmacık dostluklar, komşuluklar gibi…
Ne garip değil mi?
İnsanların yaşadıkları yerlerde, insanlığın olduğu yerlerde ihtiyaç olunan şeylerin tedarikinin kolaylaşması açısından indirim denilen insanca hareketler yaşanırken, bizim buralarda özellikle mezara yığın yapılarak öte tarafa götürülecek maksadıyla daha çok kazanılması açısından; depremde kiraya, ramazanda gıdaya, hastada ilaca, okulda kırtasiyeye ve her türlü sarf malzemesine, düğünde aldığın nefese dahi bırakın indirimi, bindirim üzerine bindirim yapılıyor.
Kaldı ki;
İnsanlığın olduğu yerde, insanların yaşadığı yerde olan bu hareketlere bakıp ta, masum bir şekilde yağan bu beyaz tanelerin bize iyilik getireceğine inanmak saflığımızın ötesinde bir şey olsa gerektir.
Dedik ya oğul!
Çetin olur buraların kışı.
İyi insanlar bırakıp gittikten sonra zordur artık buralarda yaşamak ve kalan kimselerin umurunda da olmaz sende yokmuş.
Hem her yerin böyle beyaz olduğuna bakma sen; cebinde yoksa şayet, o beyazın seni nasıl kara çaldığının fakına bile varamazsın.
Bitmez bu beyaz çilen,
Sonra, bekle ki yaz gele.
Yaz gele de ısına biraz, bedeninle yüreğin…