Eskiler boşuna dememiş: "Akıl yaşta değil baştadır."
Ama bizim memlekette baş var, akıl izinde. Hatta uzun süredir raporlu.
Kafalar kalabalık ama içi boş. Cümleler uzun ama anlamı kısa. Herkes konuşuyor, kimse dinlemiyor. Çünkü dinlemek emek ister, susmak sabır ister, düşünmek ise artık lüks sayılıyor.
Bir zamanlar büyükler söylerdi: "Söz gümüşse sükût altındır."
Şimdi sükût değil, sanki bakır bile etmiyor. En çok konuşan en bilge, en çok bağıran en haklı, en çok paylaşan en ahlaklı sanılıyor. "Boş teneke çok ses çıkarır" atasözü, sosyal medyada resmî devlet politikası gibi uygulanıyor.
Eskiden utanmak vardı. Utanmak bir terbiye meselesiydi.
Şimdi utanmak demode. Hatta ayıp.
Yüzsüzlük ise yeni cesaret.
"Ar damarı çatlamış" derlerdi, biz o damarı komple söktük attık. Yerine filtre taktık, story attık.
Bir fıkra anlatılır eskilerden, ama artık fıkra değil, haber bülteni gibi:
Bir gün Nasreddin Hoca'ya sormuşlar:
"Hocam, bu millet neden bu hâle geldi?"
Hoca cevap vermiş:
"Eskiden bilen konuşurdu, şimdi konuşan bilmediğini de bilmez oldu."
Gülüyorsun değil mi?
Gülme… Çünkü bu fıkranın sonu yok, devamını her gün yaşıyoruz.
"Davulun sesi uzaktan hoş gelir" derler.
Haklılar. Çünkü yakına gelince ritmi değil gürültüsü duyuluyor.
Birileri uzaktan nutuk atıyor, yakından bakınca cepler konuşuyor.
Birileri "hizmet" diyor, hizmetin nerede bittiği, kişisel menfaatin nerede başladığı belli değil. Zaten "Bal tutan parmağını yalar" sözü, artık ahlaki bir uyarı değil, meslek tanımı oldu.
Eskiden "Komşusu açken tok yatan bizden değildir" diye öğüt verilirdi.
Şimdi komşu aç mı, tok mu bakılmıyor; yeter ki paylaşıma engel olmasın.
Vicdan sessize alınmış, bildirim kapalı.
Merhamet arka planda çalışıyor ama pil bitmiş.
Bir de akıl meselesi var.
"Akıl akıldan üstündür" derlerdi.
Biz ne yaptık? Aklı ihaleye çıkardık.
En ucuz kim verdiyse ona sattık.
Sonra da pahalıya cehalet satın aldık.
Bak bir eski söz daha var: "İğneyi kendine, çuvaldızı başkasına batır."
Biz iğneyi başkasına fırlatıyoruz, çuvaldızı da alkışlıyoruz.
Eleştiri sadece karşıya serbest. Kendimize gelince hoşgörü, mazaret, ama en çok da sessizlik.
Eskiden "Eğri oturup doğru konuşmak" diye bir deyim vardı.
Şimdi doğru konuşan ayakta duramıyor.
Çünkü doğrular yer kaplıyor, yalanlar daha konforlu.
Yalan hafif, gerçek ağır. Taşıması zor.
Bir büyük söz daha bırakayım buraya:
"İnsanı yaşat ki devlet yaşasın."
Biz sloganı sevdik, insanı unuttuk.
Önce insan dedik, sonra insanı sıraya koyduk.
Sıra gelmedi, slogan eskidi.
Ve en acısı şu:
"Gülme komşuna, gelir başına."
Ama biz hem gülüyoruz hem alkışlıyoruz.
Sonra başımıza gelince kader diyoruz, şanssızlık diyoruz, ama asla kendimize bakmıyoruz.
Eskiler ne demişti son söz olarak:
"İnsanın aynası iştir, lafa bakılmaz."
Biz aynayı kırdık, lafa âşık olduk.
Velhasıl…
Akıl sandıkta kilitli, vicdan nöbette ama uyuyor.
Atasözleri duvarda asılı, hayatta hükmü yok.
Fıkralar güldürmüyor, düşündürüyor. Çünkü artık mizah değil, gerçek anlatıyor.
Ve bu ülkede en eski söz hâlâ geçerli:
"Balık baştan kokar."
Ama biz hâlâ kuyruğu yıkamaya devam ediyoruz.