
Kalabalık Olmak İnsan Olmaya Yetmiyor
Eskiler, "Söz gümüşse sükût altındır" derdi. Ama biz galiba metali yanlış yorumladık. Çünkü bugün susanlar gerçekten altın değil; sadece korkak, çekingen ya da işine geleni bekleyen seyirciler hâline geldi.
Doğruyu söylemek ateşten gömlek oldu; yanlışın yanında saf tutmak ise konforlu bir koltuk.
Her köşeye bir slogan yazdık: "Medeni toplum."
Medeni miyiz?
Yoksa sadece şarjı bitmiş telefonlar gibi ışık saçıyormuş gibi yapan karanlık ekranlar mıyız?
Çünkü ortada herkesin gördüğü ama kimsenin konuşmadığı bir gerçek var:
Bu memlekette en büyük kıyameti hakikat değil, hakikati söyleyen koparıyor.
Aynaya Bakınca İnsan Görmek Zor İş
Eskiden bir söz vardı: "Kişi kendini bilmek gibi irfan olmaz."
Bugün kendini bilmek değil, kendini pazarlamak revaçta.
Kimin ne yeteneği var, kimin karakteri sağlam, kimin ahlakı taş gibi… kimsenin umurunda değil.
Önemli olan takipçi sayısı.
Önemli olan görüntü.
Önemli olan "nasıl görünürüm?" sorusu.
Mesele şu ki:
Biz, görünmeyi öğrenirken var olmayı unuttuk.
Birileri çıkıp ülkenin ahlaki çöküşünü konuşsun istiyorsun; konuşan yok.
Birileri çıkıp bencilliği eleştirsin istiyorsun; eleştiren yok.
Birileri çıksın da "yeter artık" desin istiyorsun; diyen çok ama arkasını getiren yok.
Atalar diyor ya:
"Yiğit görür de susar mı?"
Bugünün yiğidi, "like" gelir mi diye düşünürken cesaret topluyor.
Cesaret dediğin şey, artık bir kahramanlık değil;
bir risk analizi.
Kimse risk almak istemiyor, çünkü herkes kendini çok değerli sanıyor.
Oysa atalar başka bir şey daha demişti:
"İt ürür, kervan yürür."
Bugün kervan değil ama itlerin sesi en çok çıkan oldu.
Doğruyu Söyleyene Mikrofon Değil, Tasma Takılıyor
Eskiden köy odasında söylenen bir söz, bir toplumun rotasını çizerdi.
Bugün milyonlarca insanın izlediği ekranlarda söylenen sözler bile sadece eğlence malzemesi.
Bir yanlış söylersin, alkış gelir.
Bir doğru söylersin, linç gelir.
Böyle bir denklemde kim doğruya niyet eder?
Eden de ya susturulur ya kenara itilip "fazla idealist" damgası yer.
Bu ülkede hakikatin kaderi hep aynı:
Ya çarpıtılır ya üzeri örtülür.
Çünkü hakikatin yüzüne bakmak, aynaya bakmak gibidir:
Herkes görmek ister ama kimse gerçeği duymak istemez.
Atalar şöyle uyarmıştı:
"Gerçek acıdır."
Evet acıdır ama acıdan kaçan, ağrının kroniğe dönüşmesine sebep olur.
Biz de aynen bunu yaptık:
Toplumsal ağrıları kronikleştirdik.
Yanlışı normalleştirdik.
Doğruyu sıra dışı hâle getirdik.
Dürüst İnsan, Salonda Yanlışlıkla Açılmış Işık Gibi Rahatsız Ediyor
Bugün sokakta birine "dürüst" dediğinde, sanki kendisine hakaret edilmiş gibi bakıyor.
Dürüstlük neredeyse ayıp, neredeyse tehlikeli, neredeyse işe yaramaz bir meziyet gibi görülüyor.
Ama atalar dememiş mi:
"Doğruluk dost kapısı, eğrilik düşman kapısıdır."
Öyleydi…
Bir zamanlar öyleydi.
Şimdi doğruluğu kapıdan sokmaya çalışsan, evde kimse yokmuş gibi yapıyorlar.
Çünkü işine gelmiyor.
Çünkü etiketle uyuşmuyor.
Çünkü düzeni bozuyor.
Bugünkü düzen mi?
Eğrilere koltuk, doğrulara dış kapının mandalı.
Elini vicdanına koyacak bir toplum kalmadı; çünkü eller başka yerlerde meşgul:
Kimisi cebinde, kimisi klavyede, kimisi başkalarının hesabında dolaşıyor.
Atalar "El elden üstündür" demiş ya…
Bizde "el cebindekinden üstündür" oldu.
Toplumun Aynası Kırıldı, Kimse Tamir Etmiyor
Her çağın bir kırılma anı vardır.
Bizimki sessiz oldu.
Gürültünün ortasında, yankısız bir çöküş yaşadık.
Bir sabah kalktık ve gördük ki:
İnsanlar birbirini dinlemiyor.
Herkes haklı, kimse sorumlu değil.
Bilgi çok, bilgelik yok.
Ses çok, anlam yok.
Tarihte nice kavimler yok oldu; kılıçla, kıtlıkla, hastalıkla…
Bizimkisi daha tehlikeli:
Karakter erozyonu.
Kılıç yarası geçer, karakter yarası geçmez.
Çünkü karakteri çürüyen toplum, duvarları küflenmiş bir ev gibidir.
Dışarıdan sağlam görünür, içeri girince nefes alınmaz.
Eskiler "Çürük tahta çivi tutmaz" derdi.
Bugün çürük insanlar makamlara tutturuluyor.
Çivi değil ama koltuk pek güzel tutuyor.

Bir Toplumun Değeri, Susturduklarında Değil; Ses Verdiklerinde Ölçülür
Bugün sahnede olanlar konuşuyor ama konuşması gerekenler en arkada oturuyor.
Neden?
Çünkü toplumun terazisi bozuldu.
Hak edenler unutuluyor, hak etmeyenler parlatılıyor.
Her gün televizyona çıkan bir "uzman" daha ekleniyor.
Her sabah yeni bir kahraman ilan ediliyor.
Ve her akşam başka bir skandal ortaya çıkıyor.
Biz de buna alışıyoruz.
En kötüsü bu:
Alışıyoruz.
Atalar, "Kötüye alışan, kötüyü kanıksar" demişler.
Çoktan kanıksadık.
Hatta kanıksamakla kalmadık, normalleştirdik.
Bugün anormal olan şey dürüstlük, norm hâline gelen şey üçkâğıtçılık.
Toparlarken… Bir Nesli Uyandırmak İçin Bir Cümle Yeter
Atalarımızın sözleri yüzyıllar geçtiği hâlde hâlâ sağlam duruyor çünkü gerçeğin süresi geçmez.
Bizim çağımızın sözleri ise bir hafta ömürlü.
Çünkü hakikat üzerine değil, algı üzerine kurulu.
Ama yine de umut var.
Çünkü umut dediğin öyle kolay tükenmez.
Tükenen umut değil, insanların sabrıdır.
Bugün biri çıkıp, "Yeter artık!" dese;
diğeri yanına gelse;
bir diğeri daha eklense…
belki bir şeyler değişir.
Çünkü atalar son sözü çok net koymuş:
"Bir elin nesi var, iki elin sesi var."
Bugün ses yoksa, sebebi ellerin başka yerde olmasıdır.
Bizim yeniden insan olmaya ihtiyacımız var.
Yeniden vicdanı hatırlamaya,
yeniden utanmayı öğrenmeye,
yeniden aynaya bakmaya…
Yoksa kalabalık oluruz, ama toplum olamayız.
Gürültü çıkarırız, ama ses çıkaramayız.
Ve en kötüsü…
Adam kalmadı deriz ama aslında biz adam gibi duramadığımız için kimse görünmez.
Uzman Gazeteci / Yazar
Hakan Dikmen