Tarih: 03.02.2025 09:34

Adaletsizlik ve Zulmün Olduğu Yerde Asıl Suçlu Kim?

Facebook Twitter Linked-in

Adaletsizliğin ve zulmün hüküm sürdüğü toplumlarda insanlar genellikle iki yoldan birini seçmek zorunda kalır: ya boyun eğerek düzene teslim olurlar ya da tüm yasaları çiğneyerek anarşiye sürüklenirler. Bu durum zamanla daha büyük krizleri beraberinde getirir ve iç savaş ihtimalini doğurur. Zulüm görenlerle zulümden çıkar sağlayanlar arasında derin bir uçurum oluşur. Adaletsizliğe maruz kalan kesim zamanla aidiyet duygusunu kaybeder. Yaşadığı haksızlıklarla birlikte devlete ve düzene olan bağlılığı zayıflar. Bu kayıp, öfkeye dönüşür ve bir kıvılcım yeterli olduğunda çatışmalar kaçınılmaz hale gelir.

Öte yandan, ayrıcalıklı kesim iktidarın koruması altındadır. Onların refahı, diğer kesimin yoksulluğu pahasına devam eder. Ancak adaletsizlik sürdükçe toplum içten içe kaynamaya başlar ve bir noktadan sonra kaçınılmaz bir patlama meydana gelir. Biriken öfke küçük çaplı çatışmalara dönüşür. Devlet, genellikle bu çatışmaları sert baskı yöntemleriyle bastırmaya çalışır. Bunun sonucunda toplum iki yola sürüklenir: ya uzun bir sessizliğe gömülerek boyun eğmeye devam eder ya da büyük bir toplumsal patlama kaçınılmaz hale gelir. Eğer adaletsizlik devam ederse, bu uzun sessizliğin sonunda çok daha büyük çatışmalar patlak verir.

Çözüm son derece basittir: devletin temel ilkesi adalet olmalıdır. Devletin dini adalet olmalı, halk ise inancını özgürce yaşayabilmelidir. Devlet tüm vatandaşlarına eşit mesafede durmalı ve adil bir yönetim sağlamalıdır. Ancak bu kadar basit bir ilke neden uygulanamıyor?

Bunun üç temel sebebi vardır. Birincisi üretim eksikliği ve ekonomik sıkıntılardır. Üretmeyen toplumlarda ekonomik krizler kaçınılmaz hale gelir. Enflasyon, bir kesimi zengin ederken diğer kesimi yoksullaştırır. Üretime katkı sağlamayan teokratik ve bürokratik ayrıcalıklı kesimler, mevcut düzenin devamı için her yolu dener. Üreten ama refahtan faydalanamayan kesim ise zamanla "Yeter artık!" noktasına gelir.

İkinci sebep baskı yöntemleridir. İktidarlar, adaletsiz düzeni sürdürebilmek için iki temel baskı yöntemine başvurur: diktatörlük uygulamaları ve inançların istismarı. Otoriter baskılar, hukuksuzluk ve devlet gücünün orantısız kullanımıyla toplum sindirilir. Aynı zamanda dini ve ahlaki değerler, halkın yönetimi sorgulamaması için bir araç haline getirilir. Ancak baskı ve manipülasyon bir noktada etkisini yitirir ve insanlar isyan etmeye başlar.

Üçüncü sebep ise gündem saptırma ve manipülasyondur. Gerçek sorunların konuşulmaması için sürekli yeni gündemler yaratılır. Son dönemde ülkedeki gündemin hızla değiştiğini fark ettiniz mi? Halkın açlık sınırında yaşadığı gerçeği göz ardı ediliyor. İnsanların temel sorunları olan işsizlik, üretimsizlik ve dış dünyadan kopuş yerine, medya mafya hesaplaşmaları, siyasilerin kavgaları, gazetecilerin ve sade vatandaşların tutuklanmaları, komplo teorileri ve yapay krizlerle toplumu oyalıyor. Bir yandan da "cennet masalları" anlatılarak toplumun büyük kesimi avutuluyor. Halkın gözleri bilinçli olarak başka yönlere çevriliyor ki gerçek sorunları fark etmesinler.

Çözüm uzun cümlelere ihtiyaç duymaz. Tek bir kelime yeterlidir: Adalet, adalet, adalet! Devlet adil olursa, toplum huzur içinde yaşar. Eğer adalet sağlanmazsa, baskılar ne kadar artarsa artsın toplum bir gün mutlaka patlar. Devletin temel ilkesi adalet olmalıdır, yoksa çöküş kaçınılmazdır.

Peki başta sorduğumuz soruyu sonda yanıtlarsak, asıl suçlu kimdir? Asıl suçlu, adaletsizlik karşısında ses çıkarmayanlar ve "Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın" diyenlerdir.

Günaydın Türkiye'm




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —